12 Ocak 2008 Cumartesi

şarkılarda ağlar II

...
Daveti içimi sevinçle savurdu, belli etmemeye çalıştım. Benim yerimde o olsa, başı bulutlara değebilirdi. Buluşma gününü iple çektim, evli olduğunu bile bile tek bir gül, sevda gülü alarak gittim. Üç katlı bir binanın ahşap çatı katında sıcacık karşılarken, uzattığım güle şaşırmadı. Elimden coşkuyla alıp göğsüne bastırdı, sonra boynuma sarılarak dolgun dudaklarıyla dudaklarımdan öptü. Ben ise daha resmi karşılanacağımı düşünüyor, kocasının da evde olacağını sanıyordum. Yalnızdı. Koluma girip, babasının ona düğün armağanı olarak verdiği bu evin oturma salonuna götürdü. Salon, binanın bu ucundan öteki ucuna dek geniş bir alanı kapsıyordu. Giriş kapısının karşısında ki duvar boydan boya camdı ve çift kanatlı cam kapılar geniş bir balkona açılıyor, balkon ise, çevresi çınarlarla kaplı küçük bir gölün üstünde duruyordu. Güneşin son kızıl renklerine bezenmiş orman ve Song’un daha da kızıllaşan gür saçları, sonbaharın bin bir rengiyle ışıltılar saçarak ta karşı tepelere uzanıyor; orada dağların yalçın kayalarıyla birleşiyordu. Balkona çıkıp temiz havayı derin derin ciğerlerime çekerek bakışlarımı ormanın yanar döner renklerine diktim. Bütün çabama karşın o yalçın kayalıklarla birleşen kızıl saçlarına ulaşamayacaktım. Ne kadar da uzakta, ne kadar da ulaşılmaz bir yerdeydi Tanrım. Yanı başımda balkonun parmaklıklarına dirseklenen sanki o sıcacık insan değil de, kendimi kutsamaya geldiğim biriydi. Dokunamayacaktım..

‘Burada oturunca artık bu güzelliği, bu büyüyü görmüyor insan.’ diyerek sesizliği o bozdu.
‘Ama fark etmeden de insanın ruhunda inanılmaz incelikler, esinler yaratır burası.’ diye karşılık verdim.
‘Ruhun inceldikçe kalabalıklar karşısında daha da kırılgan oluyorsun.’
Ne diyebilirdim? Onu kıran şeylerden konuşarak birlikte geçireceğimiz birkaç saatlik zamanı tüketmek neye yarardı? Konuya girmedim. O da açıp ağartmadı, uzunca bir süre sustuk. İçinde olduğumuz büyünün bozulmasını istemiyorduk belki de..

Sonra kanadını kolumun altına taktı, salonun öteki ucundaki büyük pencereye götürdü beni. Tuvalini bu pencerenin önüne koymuş, yeni bitirdiği pastel bir resmi salona doğru çevirmişti. Öylesine etkili bir çalışmaydı ki, daha yeni ölmüş, dokunsan sıcaklığını duyabileceğim, çok yakından tanıdığım bir kadınla yüz yüze kalmış gibi oldum. Tüylerim ürperdi. Kendi ölümüne ağlarken iki damla göz yaşı, göz çukurlarında iki kocaman kristal tanesi gibi yuvalanmıştı. Resme yaklaştıkça bu tanelerin belirginliği kalmıyor, dağılıyordu. Etkilendiğimi, görünce ‘şarkılarda ağlar’ dedi usulca. O anda şiddetli bir kalp kriziyle bende ölebilirdim, ya da yoldayken bir kamyon üstümden geçebilirdi. Kafatasım parçalanırken son kez ağlayabilirdim. Tükenen saniyelerde aklımdan neler akardı acaba. Kendisine haksızlık ettiğim, hiçbir zaman karşılaşmayacağım ama hep karşılaşma umudu taşıdığım insan gelirdi belki gözlerimin önüne. Usulca dokunurdum ellerine, özür diler, sonra da ölümüme ağlardım. Yaşamla ölüm arasındaki o incecik geçiş çizgisine beni bir anda nasılda yaklaştırmıştı. Çok uzağınızda gibi görünen şey meğer ne kadar da yakında olabilirmiş diye düşünerek ürperdim. Anladı, derhal elimden tutup yana çekti, yavaşça balkona doğru yürüdük. Cam kapının önünde bir koltuk gösterdi, oturdum..

‘Ne içersin?’ diye sordu. ‘Kahveye çağırdın ya.’ Güldü. ‘Şampanya da içebiliriz. Konyak da, ne istersen?’ ‘Konyak,’ dedim. Vitrine doğru gitti, arkadan baktım, tenis sahasındaki o vahşi, o atılgan kadından iz bile yoktu. Alımlılığı daha bir belirginleşmiş zarif bir kadındı. Bakışlarımı arkasında hissetmiş olabilir endişesiyle gözlerimi salona çevirdim..

İçeriyi çiçeklerle bezemiş, her çiçeğin dibinde, minicik figürler, heykelcikler, süs eşyaları yerleştirmiş, çiçek dallarına rengarenk ampuller takmıştı. Kim bilir ne güzel çağrışımlar yapmak üzere yeni yılı bekliyordu hepsi. Çiçeklerin arkasındaki dip köşede çerçevesi oymalı eski bir boy aynası vardı. Önünde yer minderleri. Minderler çocukluğumun geçtiği sekili, sekinin üstü halı yastıklı eve götürdü beni. İçime sevinç kıvılcımları serpildi. Minderlerin üzerinde birkaç ressam katalogu açık duruyordu. Ders kitaplarımı anımsadım. Sonra raflara kaydı bakışlarım. Yirmi dört yaşındaki bir insanın sahip olabileceğinden bir kaç kat daha fazla kitap ve plaklarla doluydu raflar. Yerime ısınmadan kalkıp onları gözden geçirmeye başladım..

Song, kristal kadehlerle döndü. Kadehleri sehpanın üstüne koydu, su dolu iki kristal kabın içinde yüzen yürek şeklindeki iki mumu yakarken, bende gelip balkon kapısının yanındaki koltuğa yeniden oturdum. Mumlardan çıtır çıtır sesler geliyordu. Kadehlerden birisini bana uzattı, ‘Haydi, hoş geldin.’
..
...

9 yorum:

•düşler kon∫erves¡• dedi ki...

. ..waOw çok beğendim devamı ne zaman :o) anlatımın çok güzel,akıcı ve bir şeyi merak ettim,sanırım okuyan herkesin aklına ilk bu soru gelir, yaşanılmış bir hikayemi bu ya da biraz hayal biraz gerçeklik mi var ya da sadece hayal gücümü?

CyNthia dedi ki...

evet.. bi solukta okudum.. çok akıcı.. ve devamını bekliyorum:)ama çok acıklı olacak gibi geliyor..

Arolium dedi ki...

hikaye; yaşanmış veya tasarlanmış bir olayı, bir durumu; yer, kişi ve zaman belirterek anlatan kısa yazılara denir.
:)
bunlar yaşam kırıntıları..

•düşler kon∫erves¡• dedi ki...

:o) . ..hım yaşam kırıntıları küçümsememek gerekir,kocamandır aslında onlar,tüm hayatını kaplar :o)

sıradan cümleler dedi ki...

bir kadehte içimdeki boşluğa.. boşlukta sallanan ayaklarıma.. yüzümdeki ellerime.. bir kadehte kayıp zamana..

Ds' dedi ki...

Gerçekten çok hos.. umarim devami gecikmez :)

gia dedi ki...

herkesin bi hikayesi var. baze karışır hikayeler. kesişir bi yerlerde. güzel olur o zamanlar işte:)

AQUILA alias Jade dedi ki...

$u an calisiyorum güya ama okumaktan kengimi alamadim...

eve gidince muhakkak basini da okumam lazim.. devamini da bekleyecegim.

ya ben blogumu silcem yaa.... :( böyle yapmayin beaa... kiskaniyorum karde$im... gözüme gözüme dürtmeyin yazilarinizi :)))

silentvocal dedi ki...

oldukça güzelmiş eline sağlık :)